Nisan 2, 2013
Aşağıdaki yazının kaynağı değerli Dr. Bedri Ruhselman tarafından yazılan “Ruh ve Kainat” kitabıdır. (Yazının alıntılandığı internet kaynağı için lütfen tıklayınız..)
Uzun bir yazı, ancak kendinize bir zaman yarattığınızda mutlak okuyun..
Sevgiyle..
***
Tesadüf kelimesi günlük konuşmalarımızda sıkça kullandığımız bir sözcüktür. Fakat günlük dilde bir kavram ya da felsefi anlamda kullanmayız. Ancak dikkatli ve bilgili bir zihin bu sözcüğü kullanırken oldukça itinalı davranacaktır.
Tesadüf kelimesi Arapça’dır. Türkçe’ye en yakın karşılığı rastlantıdır. Rastlantı, önceden kestirilemeyen, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın bir olayın ortaya çıkmasıdır. Batı dillerindeki karşılığı ise şans olup, talih, fırsat, ihtimal gibi anlamlara gelir. Fakat Türkçe’ deki günlük kullanımda fırsat anlamı neredeyse hiç bilinmemektedir.
Tesadüfün çeşitli tanımlamaları vardır. Örneğin; düşük ihtimalli bir şeyin olması, yalnız olasılıklara bağlı olduğu düşünülen olayların görece nedeni, sebepler ve olaya dahil parametrelerin önemli bir kısmı görülemediğinde yapıştırılan etiket, olması imkansız gelen bir şeyin olması halinde, derinlikte vurgun yememek korkusu adına kabullenmeyi sağlayıcı bir kelime gibi açıklamalar bunlardan bazılarıdır.
Yaşamımızda karşılaştığımız olayların belirli sonuçlara doğru birbiri ile bağlanış ve sıralanışı acaba rastgele mi olmaktadır? Olayların amaçsız ve önceden tasarlanmadan birbiri ile bağlantısı var dersek o zaman tesadüfün tanımı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu mantıkla bakarsak tesadüfte şuurlu bir işleyiş, oluş yoktur. Sayısız olay, olanak ve pozisyonlardan birinin bile gerçekleşmesiyle ortaya bazı sonuçlar çıkıyor ve bu sonuçlardan da bir şuur, bir amacın gerçekleştiği görülüyorsa buna tesadüf denebilir mi?
Avucumuza bir sürü harf alıp bunları yere serpsek, serptiğimiz harflerden düzgün bir cümle meydana gelme olasılığı azdır. Eğer kombinasyon hesabı yaparsak böyle bir şeyin meydana gelme olasılığı herhalde milyarda bir ihtimaldir. Buna rağmen hayatımızda olasılık ve tesadüf olarak görünen olaylar sık yaşanır. Olayların nedenlerini bir kenara bırakıp rastgele meydana geldiklerini söylemek hatadır, çünkü Socrates’in de dediği gibi “Evrende tesadüfe tesadüf edilmez“. Bir üstat tesadüfün tarifini şöyle verir; “Tesadüf, olayların olmadık bir zamanda meydana gelmesidir”. Karşılaşılan olaylara bu tesadüftür diye yaklaşmak bilgisizliğin sonucudur. Olayların sonucunu önceden bilebilmek, görebilmek için öncelikle nedenleri hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. O zaman olay bizim için önceden bilinir ve tesadüf olmaktan çıkar.
Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki; onların belli bir amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim olduğumuzu ya da olmak istediğimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını yüreğimizin derinliklerinde hissederiz. Bu insanların kim olacağını asla önceden kestiremeyiz. Belki oda arkadaşımızdır, komşumuz, öğretmenimiz, uzun zamandır görmediğimiz bir arkadaşımız, sevgilimiz ya da belki de sadece göz göze geldiğimiz bir yabancı. Her kim olursa olsun, o kader anında hayatımızın bir biçimde etkileneceğini biliriz ya da hissederiz.
Bazen de hayatımızda öyle olaylar yaşarız ki; o anda bu olaylar bize korkunç, acı dolu veya haksız gibi görünür. Ancak fırtına dindikten sonra bütün bu olayların üstesinden gelmemiş olsak, asla potansiyelimizin, gücümüzün, azmimizin ve yürekliliğimizin farkına varamayız.
Her olayın bir gerçekleşme nedeni ve her karşılaştığımız insanla bir karşılaşma nedenimiz vardır. Hiçbir şey tesadüfen, kötü ya da iyi şans nedeniyle gerçekleşmez. Hastalık, yaralanma ve deneyimsizlikler, bizi test eden olaylardır. İster olaylar, ister hastalıklar, ister ilişkiler olsun, bu testler olmasaydı, hayat hiçbir yere varmayan düz ve sıkıcı bir yol gibi uzayıp giderdi. Güvenli ve rahat, ancak boş ve amaçsız.
Tesadüften sık sık söz edilir. Mesela yaz günlerinde pikniğe gidenler, “Pikniğe gittik tesadüfe bakın yağmur yağdı, pikniğimiz berbat oldu.” derler. Bir başka örnek; “Arabamızla tatile giderken tesadüfen yola çıkan bir kamyonla çarpıştık. Her şey altüst oldu” veya “Tesadüfen dolu yağdı, mahsul harap oldu, düğün yapacaktık, planlarımız bozuldu” derler. Halbuki bu üç örneğin de tesadüfle ilgisi yoktur. Çünkü arabanın biri bir dakika yola geç çıksaydı çarpışma olmazdı. Takvime bakılıp düğün tarihinde mevsim şartları kontrol edilse düğün iptal olmadan uygun tarihte yapılabilirdi. Kainatta genel bir plan vardır; nerede, ne zaman, ne olacağı en ufak ayrıntısına kadar bilinir, çünkü organize edilmiştir. Biz insanlar bu planın gerçekleşen noktalarına hazırlıksız yakalandığımızda tesadüf diye adlandırırız. Tesadüf kelimesini sözlüklerimizden çıkarıp atamayız, ancak tesadüfe de tabi olamayız. Tesadüf olayların ve yaratılanların üzerine çekilmiş ince bir perdedir. Onun altında kainata nizam vereni bilmeli ve ona inanmalıyız.
Tesadüfler, tekamül yolunda ihtiyacımıza göre önümüze çıkarılan senaryolardır. Tesadüf dediğimiz olguyu, hami varlıklarımız bizi çok yakından izledikleri için, zaman ve mekan kesişmesine göre önümüze koyarlar. Yaşamda tesadüf ya da rastgelelik yoktur, ihtiyaçlar vardır. Varlık bir şeye ihtiyaç hissettiğinde, onunla ilgili bir uygulama yapacak demektir. Enerji düzeyi onun gereksinimini belirlediği için, o ihtiyacı gerektiren enerjiyi taşıyacak senaryo, varlığın önüne konur. Bu bir organizasyondur. O uygulama sonucu varlığın geldiği noktaya göre tekrar olaylar zincirinin başka bir halkası devreye sokulur. Bu böylece devam eder, ta ki ihtiyaç giderilinceye kadar.
Tesadüfler ruhsal yöneticiler tarafından organize edildiğine göre, biz buna çözülmesi gereken problemlerin deşifre anahtarları diyebiliriz. Aslında bunlar, tekamül yolundaki duraklardır. Bu duraklar önceden belirlenmiştir, o noktalarda durmak ya da uğramadan geçmek bizim elimizdedir. Biz bunlara tesadüf demek yerine, ihtiyaçlarımız diyebiliriz.
Tesadüf dediğimiz rastlantılar, eksiklerimizi tamamlamak için özellikle hazırlanmış, organize edilmiş planın küçük parçalarıdır. Bu küçük oyunlar, oynanacak büyük piyesin tamamlanması için yapılan antremanlardır. Büyük oyuna tüm varlıklar iştirak edeceklerdir. Oyunun kuralı bellidir. Ancak biz, bize düşen rolü oynamak, başarmak zorundayız.
Olaylar arasında onları birbirine bağlayan sebep-sonuç halkaları vardır. Fakat bilgimiz bu bağları görecek düzeyde değilse, bu bağların bir kısmı gözümüzden kaçar, kopukluklar olur ve böyle olunca da olayların karşımıza nedensiz ve tesadüfen çıktığını sanırız. Fakat bilgi seviyemiz artıp, frekansımız yükseldikçe bize soyut gibi görünen olaylar arasındaki halkaları fark etmeye başlarız. Doğadaki olaylar daima güzele, iyiye ve yücelişi sağlayıcı bir yönde maksatlı bir zeminde gelişirler ve bu gelişim şuurlu etkinliklerin sonucu olarak ortaya çıkar. Üstat Bedri Ruhselman bu konuda “Biz müspet ilim sahasında, ilişkiler kanunundan uzak hiçbir hakikat tanımıyoruz.” der ve sebep-sonuç ilişkisinin önemini vurgular. Olaylar tabiat kanunlarına göre umulmadık şekilde ortaya çıkmaz. İlliyet prensibi, yani sebep-sonuç yasası, tekamülün, belki de kainatın en temel ve anlamlı bir tezahürü olarak kalacaktır.
Olayların nedenleri hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Sebep-sonuç zincirinin halkaları bizler için kopukluklarla doludur. Bu nedenle de olayların tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmek gibi akıl dışı bir düşünceye sahibiz. Olaylar aslında sebep-sonuç yasası gereğince doğa kanunlarına uygun ve onların belirli kıldığı neticeler halinde sonuçlanırlar. Ayrıca bu sonuçlanış, sadece kanunlara tabi oluş şeklinde değil, belirli bir maksat ve gayeye hizmet edecek şekilde şuurlu ve planlı uygun bir sıraya konulmuş bir eser ortaya çıkar.
Nedensiz hiç bir şey yoktur, fakat nedenlerini bilmediğimiz sonsuz olaylar vardır. Ve insanları tesadüf hurafesine inandıran etken de bilgisizliktir.
Olayların nedenlerini bilmeyişlerimiz, o nedenlerin mevcut olmadığı hakkında yeterli ve kesin bir delil olarak kabul edilemez. Bilgisizliğimizin sınırı herkese göre değişir. Bir çocuk, bir köylü, bir öğrenci ya da bir alime göre bu sınır gittikçe genişleyebilir. Şu durumda realitelerin genişlemesi, ruhların yükselmesi, tesadüf fikrini daraltır. Bir cahil için her şeyde tesadüf vardır. Realitelerin sonsuzluğu karşısında mutlak bir olgunluk ya da mutlak bir nedensellik söz konusu değildir çünkü realite değişince bu mutlaklıkta değişir. Ancak sonsuz bir yüceliş, değişim ve olgunluk demek olan tekamül sonsuzdur.
Hiç düşünüyor muyuz acaba; kainatta cereyan eden bütün olayların oluşundaki amaç nedir? Bugünkü realitemiz açısından bunun açıklamasını şöyle yapabiliriz. Olayların meydana gelişinde devamlı, derece derece ve asla geri dönmeyen bir ilerleme, bir tekamül vardır. Her şey iyiliğe, güzelliğe, daha yüksek kudretler kazanmak üzere ilerliyor.
Bilgisizliğimiz nedeniyle bazen olayların hakkımızda iyi olmadığı ya da bizi ızdıraba sürüklediğini düşünürüz. Fakat aslında bu olaylar tekamülümüze hizmet için tertipli olarak karşımıza çıkmaktadır. Hoşlanmadığımız, ıstırap ve acı veren olayların sonradan mutluluğumuz, selametimiz ve tekamül yolunda yol almamız için nasıl bir olanak hazırlamış olduklarını gözlemlemişizdir. Her şey iyiliğe, kadiri mutlak Yaradanın, bizim ancak sevgi kelimesiyle ifade edebileceğimiz ilahi ilişkisinin çekiciliğine kapılmış olarak en yüksek değere ve olgunlaşmaya doğru ilerlemektedir. Ve bu yücelmeyi hazırlayan en önemli konuda sebep-sonuç yasasıdır. Aklı olan bilir ki, hangi olayla karşılaşırsa karşılaşsın, o olay uzak ve yakın bir gelecekte kendisine mutlaka bir iyilik getirecektir çünkü kötülük, ıstırap ya da acı zannettiğimiz her şey bir iyiliğin müjdecisidir.
Charles Darwin, tesadüf kavramı bağlamında bir akım olan Evrimci teoriyi geliştirmiştir. Darwin mutlu tesadüf ana fikri ile kör bir mekanizma neticesinde evrimin gerçekleştiğini öne sürmüş, bir yaratıcıyı ve sebep-sonucu kabul etmemiş ve varolan her şeyin tesadüfen bu şekle, bu hale geldiğini düşünmüş, iddia etmiş ve savunmuştur. Günümüzde halen bu fikri benimseyenler vardır. Darwinizm, hayatın kendiliğinden bir anlamda tesadüfen oluştuğunu, canlıların birbirinden mutasyon yani değişim yoluyla türediklerini öne sürmüştür. İnsan da bu yoruma göre, kendinden bir önceki halkayı maymunun oluşturduğu bir dizi evrim sürecinin, bir yaratanı olmadığı için de bir tesadüfün ürünüdür.
Kainata bakılınca, her şeyin bir nizam ve intizam içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş olmadığı görülür. Uzayda saatte 1600 km.hızla dönmekte olan, içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi kuvveti ile kalarak, insanın ve diğer canlı varlıkların yaşaması tesadüf değil, büyük ve harika bir organizasyondur.
Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi bulur. Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı alacak kadar ayarlanmıştır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha fazla olsaydı, dünyaya daha az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı varolamazdı. Dünya güneşe 150 milyon km.den daha yakın olsaydı, daha fazla ışık gelirdi ve sıcaklıktan hiçbir canlı varolamazdı. Bu ince hesabı nasıl tesadüftür diyerek geçiştirebiliriz?
Başka bir örnek; eğer okyanusların dağılımı şimdiki gibi yaygın olmasaydı, yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, neticede, şiddetli bir kuraklık hüküm sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece okyanuslar üzerine düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki kuvvetli rüzgarlarla dünya üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan nem, değişik bölgelere kadar uzanır. Her bölge, az veya çok suya kavuşur.
Her madde ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su +4 C’ den itibaren soğursa hacmi genişler. Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası dibe çöker ve bu olay 0 C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip olması tesadüf müdür? Suyun bu özelliğinin de bir gaye içinde olduğu görülür. Bir gayeye hizmet eden sebep ise tesadüf olamaz.
En büyük iplik fabrikalarının, modern makinalarda yaptığı ipek, küçük bir ipek böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. İpekböceği dut yaprağını yedikten sonra, ondan ipek imal edebildiğini deneme yanılma yöntemiyle ya da tesadüfen mi öğrenmiştir?
Eğer ağustos böceğinin boyu, bugünkü ses cihazları kadar büyütülürse, yapılan hesaplara göre çıkaracağı sesle camlar kırılır, duvarlar yıkılırdı. Bunun gibi, eğer bir ateş böceği, bir sokak lambası kadar büyütülmüş olsa, bütün bir mahalleyi gündüz gibi aydınlatırdı.
Bu örnekler çoğaltılabilir ve tüm bu örnekleri tesadüfle açıklamak tamamen akıl dışıdır.
Tabiattaki her varlık bir sanat eseridir. Nasıl ki bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geldiğini kabul edemezsek, baştan başa bir sanat eseri olan bu kainatı da tabiat yaratmıştır ve tesadüftür diyemeyiz. Kainat tesadüf değilse, bir gaye için yaratılmıştır. İnsanın yaşam amacı da, her şeyi tesadüflere bağlamak değil, tekamül edip,ilerlemek, gelişmek ve İnsan-ı Kamile doğru yürümektir.
Kainatta tek bir yaprak bile tesadüfi olamaz, onun da varlık alanında olmazsa olmaz, başka bir şey tarafından doldurulamaz bir yeri vardır. Rüzgarın esmesi, yağmurun yağması, bulutların hareketi, bitkiler, güneşin, ayın ve dünyanın hareketleri, geceyle gündüzün birbirini takip edişindeki düzenlilik, sıcağın ve soğuğun miktarı, zamanı, suyun hareketi, toprak içindeki mineraller, atomların yapısı, böcek ve hayvanların çeşitliliği, insandaki DNA’lar hepsi harikulade bir ölçü ve program dahilinde işlemektedir. Bütün bunlarda tesadüf yerine, insan aklının almakta zorlandığı bir uyum ve zeka söz konusudur. Bütün bunların her biri, olağanüstü mükemmel büyük bir sistemin parçalarıdır.
İnsan hayatında tesadüfi hiç bir şey yoktur. İnsan hayatında tembellikten, ihmalden, savsaklamaktan, korkaklıktan, kurnazlıktan, çıkarcılıktan, bencillikten ya da bunların tersi tutum ve davranışlardan söz edilebilir, ama tesadüften bahsedilemez.
İnsanlar hayatta bazen, ummadıkları, beklemedikleri, bazen kendilerini üzen, bazen de mutlu eden sürpriz olaylar için tesadüf sözcüğünü kullanırlar. Fakat sürpriz ve tesadüf farklı şeylerdir. Örneğin; hiç beklemediğiniz bir anda, beklemediğiniz bir misafirin gelmesi sürprizdir ama tesadüf değildir.
Hayatta hiç bir şey tesadüf ve şans eseri değildir. İnsan gibi özel bir varlığın hayatının tesadüfe bırakılması düşünülemez. Özellikle tarihteki büyük değişimler, tesadüflerin değil, ciddi iradi gayretlerin eseri olmuştur.
Evrende tesadüf diye bir şey yoktur, çünkü her şey Ruhsal İdare Mekanizması’nın bilgisi ve planı dahilindedir. Ama biz insanlar açısından, planlı hareketlerle spontane hareketler arasında bir fark vardır ve buna da tesadüf denir.
Evrende her şey tıpkı bir puzzle parçaları gibi yerine oturur. Dev puzzle ise Levhi Mahfuz’dur. Orada hiçbir tesadüf ve rastlantı mekanizması yoktur. Ruhsal İdare Mekanizması tesadüfe yer verir mi, olasılık hesabı yapar mı? Olasılık hesabı ışıktan yavaş giden sistemler için geçerlidir. Ruhsal İdare Mekanizması’nın ışıktan yavaş giden bu evreni kontrol sırrı olarak belirsizlik ilkesi vardır çünkü her şey sebep-sonuç yasası gereği işler.
Kainatta tesadüf diye bir şey yoktur. Her şey en ince detaylarına kadar incelenerek hazırlanmıştır. Amerika’ da bir kelebeğin kanat çırpması, Japonya’ da bir kasırga meydana getirebilir.
Varlık için önemli olan, yaşadığı olayların onu hangi hedefe yönlendirdiğini anlamaktır. Hedef bellidir, ama biz bilemediğimiz için olayların akışına kapılır, sürüklenir gideriz.
Yapacağımız en önemli davranış, kendimize belli bir hedef belirlemek ve o hedefe doğru emin adımlarla bıkmadan, vazgeçmeden yürümektir.
“Hedefi olmayan gemiye, rüzgarlar bile yardım edemez.”
Kaynak; Ruh ve Kainat – Bedri Ruhselman